Bu Çiftlik hakkında…
-
Perma-kültürün ABC’si…
-
Neden Bayramiç tercih ediliyor ?
-
Gönüllü organizasyonu nasıl sağlanıyor ?
♦♦♦ Kaz Dağları’nın eşsiz hamilindeki Çanakkale’nin Bayramiç ilçesi, bugün, çok sayıda çiftliğe ev sahipliği yapıyor. Bölge, Türkiye’de gerçek anlamda ekolojik tarıma el veren bir kaç bölgeden biri.
Organik tarım prensipleri ise oldukça katı.
Bir ürüne gerçekten organik diyebilmek için ilaçsız yetiştirmeden çok daha fazlası gerekiyor. Sanayi atıklarının ulaşamadığı, agro – kimyasallar kullanılmayan toprak, ekolojik tarımın olmazsa olmazları.
Bayramiç bu kimliğiyle, dev bir bir açıkhava perma-kültür üniversitesine dönüşmüş durumda. Hayalim bi’ çiftlik diyen çok sayıda şehirli burada, deneme-yanılma yöntemleriyle yetiştiricilik ve üreticilik yapıyor.
Bahadır Yasa’nın 2011 yılında kurduğu Agrida Çiftliği de o çiftliklerden biri…
Yasa, Cazgirler köyündeki çiftlik evinde, Katrina Capella isimli bir Portekizli ile 20’sine henüz basmış bir Alman çiftle birlikte kalıyordu. Bu, ucu Avrupa Birliği fonlarına uzanan bir “gönüllü” trafiğinin merkezinde bir çiftlik…
58 yaşındaki Bahadır Yasa, uzun otelcilik kariyerini, Amerika’dan Dubai’ye kadar 5 yıldızlı otellerin her kademesinde çalışarak geçirmiş. Yöneticiliğini yaptığı son otelden ayrıldıktan sonra da, şu anda ayrı olduğu eşiyle birlikte, kırsal hayat niyetiyle yola çıkmış. Fakat karavanla İstanbul’dan başlayan o yolculuk tahmin edilenden çok daha kısa sürmüş. Çift, Çanakkale’de yanına uğradıkları bir arkadaşları aracılığıyla geldikleri bu coğrafyaya aşık olmuş.
“Hayatım otel idareciliği ile geçti. Çok azı yurt içinde ama uzun bir süresi Amerika’dan Uzakdoğu’ya Singapur’una kadar çeşitli yerlerde çeşitli departmanlarda ön büro müdürlüğü, yiyecek içecek müdürlüğü yaptım. En sonunda yüksele yüksele genel müdür olduk. Ondan sonra geldik işte hanımla beraber “biz artık çalışmayalım, 14 yaşından beri çalışıyoruz” dedik. Elimizdeki kazancımız olan emekli maaşımızla nasıl geçinebiliriz? İstanbul, Ankara çok büyük metropoller tabi ona göre de para çeken yerler.
Sabık eşim köy kökenli olduğu için “en iyi biz köye göçelim” dedi.
“Köyde aldığımız bu maaşlarla çok rahat, çok güzel yaşarız” dedi.
Bu kararı aldığımızda gidelim, bir yere yerleşelim diye konuştuğumuzda aslında basıp Güney’e kadar gidecektik. İstanbul’da her şeyimizi sattık. Bir tane Land Rover ile arkasına görmüş olduğunuz o karavanı aldık ve düştük yola”
Yasa, iki katlı köy evinin balkonunda, o günleri anlatırken, aslında tesadüflerin bu yolculuklarda ne denli belirleyici olduğu ortaya çıkıyor.
“Güneyde bi’ çiftlik” diye başlayan bir yolculuk, deniz seviyesinden oldukça yüksekte, bir orman köyünde bitebiliyor.
“Yenice tarafından, Çanakkale’si Küçükkuyu o civar dahil olmak üzere dolaşırken burayı bulduk. İlk geldiğimde tabiatına aşık oldum. Havasına bir de… Kaz Dağları’ndaki oksijen İsviçre Alpler’i ile yarış halinde. Hangisi bir numara bilmiyorum ama insan vücudu için en güzel oksijen karışımı buradaymış. Bir de burada hala endemik bitki çıkıyor. Türkiye’de 7 bin küsür tane endemik bitki var bunların 3 bin tanesi Kazdağı’nda.”
İsmini, deve güreşlerindeki anonsları yapan “cazgır”lardan alan Cazgirler köyüne, adıyla tezat bir sessizlik hakim yıl boyunca…
Bu ıssızlık ortamında en ufak bir nüfus hareketi bile çok dikkat çekebiliyor. Özellikle de köye taşınan kişi bir şehirli olursa. Buraya taşınmasının üzerinden 4 yıl geçmesine karşın, çevre köylerde halen Bahadır Yasa’dan, “O, Alman Yeşiller’denmiş” diye bahsedilebiliyor.
“Bütün köylümüz verecendir, kabulcüdür. Gerçi ilk başta böyle değildi. Geldiğimiz zaman herkes “aman iyi ki geldin” demediler ama zaman içinde alıştılar. Köylümüzün şöyle bir adeti var, illa kendi gözü ile görecek yoksa sen ne kadar anlatsan da o ispatını görmedi mi dinlemez. Onun için ben niye geldiğimizi, neden derneği kurduğumu ne kadar izah da etsem onlar gene şüphe içindelerdi.
“Bu adam neci? Altın araştırmacısı mı yoksa spekülatör mü yoksa burada yazlıklar, villalar mı yapacak niye geldi?” diye düşündüler.
Tabi seni hafif hor görüyorlar. O zaman adım “şişman”dı. Bizim hanım da “şişmanın karı”ydı.
Zamanla baktılar ki hakikaten bir art niyetimiz yok, omuz omuza çalışmaktan mutlu oluyoruz gelirler evimize biz onlara gideriz. Ben de bir sürü şey öğreniyorum. Neden kedi burda beslenmez öğrendik. Hacı amca kedileri beslemiyor biz burda besleyelim dedik hepsi başımıza bela oldu. Ama sonra öğrendik ki hacı amcanın beslememesinin sebebi tahta ambarlar vardır eski köy ambarları, fare gelmesin diye. Altına bir şeyler koyarlar. İçine fare giriyor ve hububata zarar veriyor. Kediyi bilerek beslemiyorlarki fareyi yesin diye. Yoksa poposunun üstüne yatar uyur. Yani çalışmaz. Çok enteresan.”
Köylerde ve şehirlerde yaşayanlar arasında bir yüzyıla yayılan kopukluk, tek hamlede bitecek bir olgu değil elbette. Algılar ve korku duvarları ancak temasla inceliyor.
PORTEKİZ’DEN BAYRAMİÇ’E…
Cazgirler köylüsü, Agrida aracılığıyla, yalnızca Bahadır Yasa ile değil, çiftliğin daimi yabancı misafirleriyle de tanışmış.
Agrida, Türkiye’de sayıları 100’e yaklaşan gönüllü temelli çiftliklerden bir tanesi. Bu çiftlikler kalacak ve yiyecek sağladıkları misafirlerinden yalnızca, ev ve çiftlik işlerinde yardım bekliyor.
İşlerliği müthiş, tam bir kazan – kazan durumu bu.
Bahadır Yasa, çiftlik işlerinde yardım için parayla hizmet almaktan kurtulduğu gibi, gönüllü misafirlerle sosyalleşerek de yalnızlık duygusundan kurtuluyor.
Gönüllüler içinse bu misafirlik, ülke ve kültür tanımak için eşsiz bir fırsat oluşturuyor.
Buğday Derneği’ne bağlı TATUTA ( Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi ve Gönüllü Bilgi, Tecrübe Takası ) bu gönüllü trafiğinin Türkiye’deki temsilcisi konumunda.
“Yeni Çiftçilerin” her yıl artmasıyla büyüyen ağları, bugün artık yalnızca yabancı misafirleri değil, yerli misafirleri de kırsaldaki bu çiftliklerle buluşturuyor.
TATUTA gibi özel kuruluşlar aracılığı ile yürüyen bu gönüllü trafiğinin yanında, resmi kanallar aracılığıyla da bir tecrübe takası söz konusu. Portekizli Katrina Capella’nın Agrida’daki misafirliği buna mükemmel bir örnekti. Portekiz’de kırsal kalkınma alanında üniversite eğitimi alan Capella, Avrupa Birliği tarafından fonlanan Türkiye’den de iki bakanlık tarafından denetlenen bir proje kapsamında tam 1 yıl Agrida çiftliğinde kalacaktı.
“Avrupa Birliği önce gönüllüleri belirliyor. Bu gönüllüler ile SKYPE üzerinden görüşüyoruz. Ondan sonra arasından hangisine karar veriyorsak veriyoruz. Ona göre orada bir gönderen organizasyonu var. Burada bir koordinator organizasyonu var. Bir de biz ev sahibi organizasyonu olarak varız. Gönderen oradan biletini alıyor, sigortasını yaptırıyor gönderiyor. Buradaki koordinatörümüz de buradaki bütün para işlerini yürütüyor çünkü yani hepimiz bütün dahil olan kuruluşlar ister vakıf, ister dernek, ister resmi daire, hangisi üye ise Avrupa Birliği’nde bir para havuzu var. Türkiye dair bütün ülkeler bu para havuzuna bir para koyuyor. Ondan sonra da aldıklar gönüllü sayısı kadar da buradan bir para alıyorlar. Mesela Catarina’nın kendi harçlığı haricinde burada yaşamını idam ettirmesi, yatması, yemesi içmesi için de Avrupa Birliği ayrıca bana daha doğrusu bana değil de derneğimize para yatırıyor.”
Güne her sabah güneş doğmadan kazları ve tavukları besleyerek başlayan Katrina’nın gün içinde boş vakit bulamadığını söylemek abartmak olmaz. Bu orman köyünde bir yandan ekolojik tarım yaparken diğer taraftan internet aracılığı ile tüm dünyaya temas kurup, kırsal kalkınma alanındaki yüksek lisans tezini yazabiliyor. Hatta kendisiyle aynı AB fonuyla, Türkiye’nin çeşitli çiftliklerinde kalan diğer gönüllülerle ülke turuna bile çıkıyor.
Sayısı her geçen gün artan bu çiftliklerde para ile konaklamak da mümkün. Çiftlik hayatı özlemi çeken çok sayıda kişi, Bahadır Yasa’nınki gibi çiftliklerde bu alternatifi deneyimliyor.
“Bu hayat bana göre mi ?..” sorusuna yanıt arıyor.
Kazdağları için yazın Ege’nin sıcağını, kışın Trakya’nın soğuğunu alır diyorlar. Eşin dostun uğramadığı o kış günleri için, gönüllü trafiği kesinlikle çok iyi bir alternatif…