Büyükşehirleri arkalarında bırakanların “daha küçük hayatlar peşinde olduğu” yönünde bir algı var.
Aslında “küçük” olan büyükşehirlerde yaşanan hayatlar… Çünkü kentler insanlara güven alanları dayatıyor. Akşama kadar bir işte çalışmak, işini bitirdiğinde mümkün olan en hızlı şekilde eve varmak.
İnsan, Sarıhan ailesinin hikayesini dinlediği zaman “küçük hayat” algısı üzerine düşünmeye başlıyor. Hayata bakışını değiştirdiğin zaman ve güven alanından uzaklaştığında aslında dünyanın ne kadar büyük olduğu üzerine de…
Soner ve İnci Sarıhan çifti 9 senedir “büyük” seyahatlere çıkıyor. Bisiklet üzerinde yapılan seyahatler bunlar… “Önemli olan varılacak nokta değil yolculuktur” mottosunu birebir yaşıyorlar.
Dahası 4 senedir bisikletle yaptıkları bu yolculuklara oğulları Tibet’i de dahil ediyorlar.
Minik Bir Gezgin ve ailesinin hikayesi bu…
Bugüne kadar kaç ülke gezdiniz. Bisikletle geçtiğiniz en muhteşem yer neresiydi ?
Soner Sarıhan: 25 ülkede döndü tekerleklerimiz. Çek cumhuriyeti zorlu yokuşlarına rağmen bize çok keyif vermişti. Almanya da Mossel vadisi, İsveç’te kuzey kutup dairesine doğru sürdüğümüz, Stokholm’ün kuzeyinde kalan bölge çok güzeldi. Geçen yıl tırmandığımız Alp Dağları’ndan da etkilenmemek mümkün değil.
2007 İran, Pakistan, Hindistan (2600 km )
2008 Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa
2008 oğlumuz Tibet Çınar doğdu.
2011 yılının temmuz ve ağustos ayındaki turumuz Almanya’nın Frankfurt şehrinden başladı. Rhein nehrini takip ederek Fransa ( Strasburg ) ve İsviçre’ye ( Basel ) oradan, Tuna nehrini takip ederek Avusturya ( Viyana ) , Slovakya ( Bratislava ) , Macaristan’a ( Budapeşte ) oradan da Çek Cumhuriyeti ( Prag ) üzerinden Almanya ( Berlin ) da yolculuğumuzu bitirdik. 3486 km pedal çevirdik.
2012 Hollanda, Almanya, Çek Cumhuriyet, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye 3660 km.
2013 Almanya, Danimarka, İsveç 2170 km.
2014 Almanya, Finlandiya, Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya 2371 km
2015 Almanya, Lüksemburg, İsviçre 2536 km.
2016 yılı için planımız İtalya, İspanya, Portekiz.
Çok sevdiğim bir söz var; “Önemli olan varılacak nokta değil yolculuktur” Bisikletle seyahatin buna tam karşılık geldiğini düşünüyorum. Tamamladığınız yolculukların finalinde bir hüzün oluşuyor mu ? Yoksa tamamlamış olmak bir tatmin yaratıyor mu ? Aslında başlangıç ve bitiş arasındaki duygusal iklimleri merak ediyorum.
İnci Sarıhan: Turlarımızla ilgili en çok sorulan soru en zor şeyin ne olduğu… Bizim verdiğimiz cevap da her zaman aynı. En zor şey turu bitirmek ve geri dönmek. Son gün ağlamadığımız olmamıştır. Milyonlarca insandan daha doğru tercihleri yaparak, çok harika bir eve, şehre dönüyor olmamıza rağmen dönmek gerçekten çok yıpratıcı bir şey. Biz, arada sırada tura çıktığımızı değil, arada sırada döndüğümüzü hayal ederek avunuyoruz. Hayatımızın asıl odağını yolculuklarımız. Yeni yılımız, uzun tur için pedala bastığımız o ilk anda başlıyor. Birbirimize bakıyoruz ve o anda bütün yol gözümüzün önünden akıyor, sonsuz kadar uzun bir an o an.
Hayatınızın bu noktasına nasıl ulaştınız ?
Soner Sarıhan: İstanbul’da 7, Bursa’da 2 yıl çalıştıktan sonra İznik’e geldik. Öğretmenliğe başladığımız günden beri İznik’e yerleşmek istiyorduk. Şimdi Türkiye’nin en güzel yerinde yaşıyoruz. Geçmişte 4 medeniyete başkentlik yapmış bir yer burası. Büyük şehirlere hem yeteri kadar yakın hem de yeteri kadar uzak. Nüfusu 30 bini geçmemiş, insanların birbirini tanıdığı, kapının anahtarını üzerinde bırakabileceğiniz ve hala bir fincan kahve istemek için komşuya gidebileceğiniz bir kasaba. Ruhumuz ölmeden buraya gelmeyi başardık, inşallah burada yaşlanacağız.
Nasıl bir süreçti şehirden kopuşunuz ? Ne zaman “farklı” düşünmeye başladınız ?
Soner Sarıhan: Üniversitede tanıştık biz. Fark etmiştik ki kalabalıklar bize göre değil. Öğretmen olarak ilk atamamız İstanbul’a çıktı. Reddebilecek ekonomik durumda değildik. Mecburen gittik. Üniversite öğrenimi gördüğümüz Konya, trafik olmayan, sakin, düzenli bir şehirdi. Buradan sonra, İstanbul, özellikle insanların tavırları ile bize tokat gibi çarptı. Neredeyse herkes kurt biz kuzuyduk. Onlara benzemek kolaydı, hatta daha da vahşi olmanızı engelleyecek bir toplumsal, hukuksal baskı da yoktu. İnsanlar daha çok gelir elde ettiğiniz sürece sizi değerli görüyordu. Bu zindandan kaçmayı ilk günden planlamaya başladık. Tek ihtiyacımız ufak bir çay kaşığıydı. Kaçış tünelini kazmaya başladık hemen…
Hayatınızda bir “o an” var mı sizi bu yola iten ?
İnci Sarıhan: Bardağı taşıran anlar olduğunu sanırız ama aslında yoktur. Bizim için “Dünya bir kitaptır, seyahat etmeyenler sadece tek sayfasını okur” cümlesi önemlidir ama… Vazgeçtiğimiz bir “o” an yok belki ama başladığımız bir “o” an vardır. Önemli olan başlamak.
” Seni diğerlerinden farksız kılmaya bütün gücüyle, gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş başladı mı artık hiç bitmez…”(E.E.Cummings)
Bugün hayatınızı nasıl kazanıyorsunuz ?
Soner Sarıhan: Biz öğretmeniz. Ben, Sosyal bilgiler öğretmeniyim, İnci; sınıf öğretmeni. İznik’in göle en yakın, en büyük ve en yeşil bahçeli okulu olan Çakırca Köyü İlkokulu’nda çalışıyoruz. En güzeli de oğlumuz Tibet Çınar annesinin sınıfında… Hepimiz bir aradayız.
Öğretim sisteminin tam merkezindesiniz ama oğlunuz Tibet için “un-schooling” denen okulsuz bir eğitim sistemini de düşünüyorsunuz. Bu kafanızda ne zaman şekillenmeye başladı ? Biraz açıklar mısın, Nasıl bir model kafanızdaki ?
İnci Sarıhan: 18 yıldır öğretmeniz. Aslında, devlet aklı sistemi dönüştürmek için pek çok olumlu hareket yaptı. 2006 yılındaki kazanıma dayalı öğrenim sistemi, çoklu zeka kuramının sisteme adapte edilmesi, bunlar çağa uygun ve büyük atılımlardı. Çok sayıda okul, derslik yapıldı, halen de ders kitaplarını kaldırmak, düşünce eğitimi gibi dersler koymak gibi olumlu eylemler devam ediyor. Mesela yıllardır mücadelesini verdiğimiz bir rüya gelecek yıl gerçekleşiyor. Kantinlerde paketlenmiş yiyecek satışı ortadan kalkıyor. Hepsi çok güzel, her anlamda olumlu. Fakat insanlar ( öğrenci, veli, öğretmen ) yeteri kadar hızlı adapte olamadı bu gelişmelere. Bunun sebepleri bizi aşar.
Dünya’nın en iyi eğitimini verdiğini sandığımız ülkelerde dahi çok büyük sorunlar var. Eğitim artık sanal ve her yerden ulaşılabilir bir şey. Müzik gibi eskiden kaydedilemeyen, tekrarlanamayan bir şeyken nasıl şimdi duşta dahi bizim yanımızdaysa müzik, bilgi de artık her yerde. Bilgi için de dört duvara, kapalı mekanlara gerek yok aslında.
Soner Sarıhan: Tibet Çınar, annesinin sınıfında 4 e kadar ilerleyecek. Belki 2 yıl içinde büyük bir rehabilitasyon yapılabilir. O zamana kadar bu konuyu kendi içimizde tartışıp, değerlendirip, Tibet Çınar’ı gözlemleyerek kararımızı olgunlaştıracağız.
Başka bir hayata başlama kararınız nasıl hayata karşı bir duruşsa bugün çocuğunuzu yetiştirme metodunuzun da böyle bir duruş olduğunu düşünüyorum. Biraz anlatabilir misiniz ?
Soner Sarıhan: İnsanlık tarihinin sadece milyonda biri dahi modern zamanlara tesadüf ediyor. Halen de modern dediğimiz hayata sahip olmayan çok mutlu kırsal yaşam insanları var. Modern dünya ise stres, kanser, astım ile boğuşuyor. En değerli varlığımız olan oğlumuzu bu modern dayatmanın dışında tutmaya çalışıyoruz. Kimse bundan tamamen kaçamıyor ve kurtulamıyor orası ayrı. Kutuların içinde ve çerçevelerin karşısında büyümesini istemiyoruz. Alternatif ve doğal eğitim yöntemlerini öğreniyor ve elimizden geldiği kadar uygulamaya çalışıyoruz.
İnci Sarıhan: Başka işler yapabilirdik, daha çok para kazanabilirdik, daha çok eşya biriktirebilirdik ama yapmadık. Bir plazanın içinde yaşamak bize uygun değildi. Çocuklarla olmak bizi daha sade ve yalın halde tutmaya yardımcı oldu, oluyor.
Yaşadığınız hayata çok imrenenler olduğu kadar eleştirenler de oluyordur. Hatta belki kendi ailelerinizden bile…
Soner Sarıhan: Ailemiz alıştı ve artık bizim yanımızda duruyorlar. Çevremizdeki insanlardan çok bahsetmek istemiyorum. Böyle şeyler yaptığınızda yakın çevreniz değişir ve dönüşür. Çok değerli dostlar da kazanırsınız, en yakınızdaki komşu da sizden uzaklaşabilir. Herkes sizin yolculuğunuzdan tercihlerinizden kendi istediğini alır. Kim feyz alır, kim kıskanır, kim imrenir, kim nefret eder, kim aşık olur örnek alır, bunlar bizim kontrolümüzde olan şeyler değil. Aslına bakarsanız umrumuzda da değil.
Bizde aileler kendi çocuklarının çocuk yetiştirme sürecine bile dahil olmak isterler. Ailelerinizi sürecin dışında tutmayı nasıl başarıyorsunuz ?
Soner Sarıhan: Evet, hem de nasıl. Toplumun köküne kibrit suyu döken, insanları büyümesini engelleyen, psikolojik sosyolojik sorunlardan birisi de bu.
Biz üniversitenin ilk ayında tanıştık. 22 yıldır birlikteyiz. Bizim aile, senin ailen olayına hiç girmedik.
İnci Sarıhan: Ailelerimiz genetik olarak değil, bize değer kattıkları ve destekledikleri için değerliler bizim için. Sırf kan bağından dolayı sevdiğim bir akrabam yok. Kan bağım olmadığı halde beni büyüten yukarıya çeken kardeşlerimiz var dünyanın her yerinde.
İznik’e yerleşip bisiklet turlarına çıkmayı hayal ederken sponsorlara kavuşabileceğinizi hayal etmiş miydiniz ?
Soner Sarıhan: Başarılar geldiğinde markaların sizin yanınızda durması gayet normal. İlk sponsorluklarımızdan itibaren geri raporlamaları doğru yaptık. Yaptıklarımız ile bağdaştırmadığımız firmaların büyük tekliflerini dahi geri çevirdik. Sponsorlarımızdan hiçbirini son 4 yıldır kaybetmemiş olmamızın, uzun soluklu, devamlılık başarı getirir mottosu ile hareket etmemizin faydalarını görüyoruz. Fakat büyük çoğunluğun sandığı gibi değil durum, turların maddi yükü halen bizim üzerimizde. Yaptığımız 10 tur için bugüne kadar 3 tane tüketici kredisi çektik.
Türkiye’de bisikletle seyahat ve dünyada bisikletle seyahati karşılaştırmanızı istesem, ne yanıt verirsiniz ?
İnci Sarıhan: Türkiye’de 10 yıl önce karı koca tur yapan kimse neredeyse yoktu. Görenler “Hadi sen Türk’sün, eşinde mi Türk?” diye sorarlardı Soner’e. Haklı olarak uzun tur yapan çok fazla Türk kadın görmemişlerdi. Bebekle tur yapmak da bir çılgınlıktı. Şükür binlerce kilometreyi sağ salim atlattıktan sonra ve oğlumuzun neşesi mutluluğu yansıdıkça insanlar fikir olarak alışmaya başladılar. Şu anda Türkiye’de ivme çok hızlı ve yukarıya doğru. Bir gün Hollanda olacağımıza inanıyorum. Yavaş şehirler ve bisiklet organizasyonları ile giderek doğru yöne giriyoruz. Toplum artık sadece parası olanı değil, değerli işler yapanları da sevmeye, saymaya başlıyor. Biz İznik’te bisikletle ilgili pek çok çalışma yapıyoruz. İznik’i, bisiklet etkinlikleri vahasına dönüştürmek için harekete geçtik. İleride çok sık duyacaksınız küçük kasabamızın adını. İznik ; Türkiye’de bisikletin başkenti.
Sistemin içinden çıkan bir aile olarak dışarıdan baktığınızda nasıl görünüyor geride bıraktığınız yaşam ? Şehirler için umut var mı ? Yeni bir aydınlanma çağında mıyız sizce ?
İnci Sarıhan: Şehirle ilgili Soner’in yazdığı bir kitap çalışması var. Çok gollük bir orta oldu bu. Hayır, Soner için şehirlerde bir umut yok. Yeni bir aydınlanma çağının da yakınından bile geçmiyoruz. Demokrasi, insan hakları havarisi Batı’nın da, Suriye ve mülteci sorununda nasıl çuvalladığını görüyoruz. Kim bilir yazarın dediği gibi, “Bu dünya belki de başka bir dünyanın cehennemidir.”
Son olarak İznik… Tüm dünyada kartpostal gibi yerlerde pedal çeviriyorsunuz, kamp kuruyorsunuz. Ama yine dönüp İznik’e geliyorsunuz. Nedir burayı sizin için bu kadar özel kılan ?
Soner Sarıhan: Göle yakın, bahçesi olan bir evimiz var, her sabah kıyısına gidip rüzgarla ayıldığım, her akşam gün batımını izleyebildiğimiz. Bu evi büyükşehirde kira olarak ödediğimiz paraya çok yakın bir ücretle taksit taksit ödüyoruz. Evimizin yanında birlikte kompost yaptığımız bir komşumuz, birkaç çizgi domates, salatalık ektiğimiz bir bahçemiz var. İznik bu özellikleri kaybeder ve Sapanca, Marmaris gibi şehirlerin kaderini paylaşırsa başka bir yere gideceğimize emin olabilirsiniz.
Sarıhan ailesi siz bu satırları okurken 10. turlarını tamamlayarak Türkiye’ye döndü. İsviçre Alpler’i üzerinden Roma, Barcelona ve Lizbon’da sonlanan 2 aylık yeni bir yeni yolculuk, yeni bir maceraydı bu…
Hala büyükşehirlerde büyük hayatlar yaşadığımıza emin miyiz ?
🙂