“En iyi okullarda okudu” cümlesi ile çiftçilik kelimesi son yıllarda sıkça bir araya gelmeye başladı.
Bugün iyi eğitim almış çok sayıda genç, toprağa gelecek gözüyle bakıyor.
Ayrıca şu cümle bizce çok hayati ve bunun çok sık söylendiğine eminiz; “Aslında burada neler yapılır!”
Peki ya bu cümleyi söyledikten sonra gerçekten harekete geçenler, cesaret edenler ?
Sibel Güdek cesaret edenlerden… 29 yaşında plaza eksenli kariyer patikasını, Kastamonu’da reçel kavanozları arasında bir işe dönüştürmüş durumda…
Bu onun, toprağı seçen ve fark yaratan genç bir çiftçi kadının hikayesi…
Yurtdışında üniversite okuyan biri için farklı kariyer hikayeleri dinlediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Peki sen böyle bir eğitim hayatı sonrası kendini nasıl köyde buldun?
Ben şehirde doğdum, şehirde büyüdüm… İnsan şehirde bir döngüye giriyor ve zaman hızla geçiyor. Sonra bir an geliyor “yaptığım işten mutlu muyum, başardığım şeylerden tatmin oluyor muyum, hayatımı böyle mi geçirmek istiyorum?” diye düşünüyor. İşte orada bir karar almak gerekiyor. “En çok nerede olmayı seviyorum, başka bir iş yapacak olsam ne yaparım?” diye düşünürken hayallerimle, önüme çıkan fırsat birbirini tamamladı.
Kastamonu hikayen nasıl başladı?
Kastamonu babamın memleketi. Kastamonu Daday ilçesine bağlı Budaklı Köyü’nde babamın çocukluğunun geçtiği ev kullanılamayacak duruma gelince yeniden inşa etmek gerekti. Aslında o evin yeniden yapılması benim de her şeyi bırakıp yeniden başlamama vesile oldu. Ev için Kastamonu’ya gelip gittikçe ondaki güzelliği, toprağının bereketini, unutulmaya yüz tutmuş nimetlerini gördüm. Gamze’yi de aldım yanıma bir sefer, birlikte geldik. Hani olur ya “aslında burada neler yapılır!” anı yaşadık. Başta turist gibi etrafa bakan gözlerimiz, zamanla alıcı gözle bakmaya başladı. “Ne yaparız, nasıl yaparız, ne zaman yaparız” derken “Mom and Pop” şekillendi kafamızda. Kastamonu’ya gidip en doğalından buğday, reçel, fasulye, bamya yetiştirmeye karar verdik, cesaretimizi topladık, işlerimizden istifa ettik ve buraya geldik..
Peki bunları yetiştirmekle ilgili en ufak bir fikriniz var mıydı ?
Toprakla hiç alakam yoktu; “ne nedir, nasıl ekilir, nasıl toplanır” hiçbir fikrim yoktu. Hangi meyve nerede yetişir onu öğrendim. Toprakla uğraşmaya başladıktan sonra doğaya başka bir gözle bakmaya başlıyorsunuz.
Burada insanlar bu sebzeleri, fasulye – bamya, çok ekiyorlar. Bizde burada insanlarla konuştuk. Ne ekiyorlar, nasıl ekiyorlar diye… Tamam bir toprağın var, ekmek bunu değerlendirmek istiyorsun. İşte bu noktada insanlarla konuşuyorsun, burada iklim nasıldan başlayarak. Pazarlar da tabii önemli gözlem yerleri… Bölgede neler ekiliyor konusunda saha araştırması yapmak için doğru adres pazarlar.
Tarım İlçe Müdürlükleri de bu anlamda çok doğru kaynaklar. Toprakla ilgili bir sorun olduğunda onlara gidebiliyorsun, sana örneğin; “bu sene baharat ek” şeklinde tüyolar verebiliyor. Mesela ben kuşburnu arıyordum, bir telefonla beni kuşburnu yetişen köylere yönlendirdiler. Burada bürokrasi de samimi…
Çok klasik bir soru ama, çevren neler düşündü ? Nasıl tepkiler aldın ?
“Köy nedir bilmiyorsunuz, nasıl yapacaksınız?” diyen de oldu, bizi destekleyen ve cesaretimizi takdir eden de oldu, endişelenenler de “bakalım kaç gün sürecek bu macera?” diyen de…
Hepsine ayrı ayrı hak verdik. Endişelerinde haklılardı. Yabancısı olduğumuz bir hayata başladık burada…”Acaba yapamayacak mıyız?” dediğimiz günler oldu ama o ilk mahsul ve Mom and Pop etiketli ilk ürünlerimiz ortaya çıkınca yapabileceğimize bir kez daha inandık.
Çiftlikle ilgili romantik hayaller kuran çok şehirli var. Çiftçilik romantik bir meslek mi?
Tıpkı kimi şehirliye çiftçiliğin çekici gelmesi gibi, buradaki çoğu çiftçi de şehir hayatına imrenerek bakıyor. İnsan neye sahip değilse ona özeniyor sanırım ve ona sahip olunca mutlu olacağını düşünüyor. Ama işin gerçeği nerede, hangi mesleği yaparsanız yapın, eğer yaptığınız iş sizi mutlu ediyorsa romantik bir mesleğiniz var demektir. Ki bu iş beni çok mutlu ediyor!..
Neler yetiştiriyorsun çiftlikte?
Burada 40 dönüme yakın bir arazi var. Bu arazinin büyük çoğunluğunda siyez buğdayı yetiştiriyoruz. Siyez, genetiği değiştirilmemiş tek buğday türü ve yalnızca Kastamonu’da yetişiyor. Üreticisi çok az kaldı artık siyezin. Biz bulgur ve un yapıyoruz siyezden. Pek bilinmiyor ama protein oranı kinoayla eşdeğer. Yani vegan ve vejetaryenler için ideal bir besin. Üstelik kinoayla yaptığınız tüm tarifleri siyezle de yapabiliyorsunuz.
Onun dışında fasulye, bamya ve barbunya ekiyoruz. Reçel, marmelat ve pekmezleri, Kastamonu’da doğal yetişmiş meyvelerden üretiyoruz. Çilek, böğürtlen, ahududu, alıç, ahlat, kuşburnu, kızılcık ormanda yetişiyor, elmalar bahçelerden toplanıyor… Bunların yanında bir de küçük bostanımız var. Kendimiz için domates, biber, patlıcan, salatalık, kabak, bakla, patates, kavun, karpuz ve çilek yetiştiriyoruz. Domatesler mis gibi kokuyor!
Ana geçim kaynağın reçel mi ? Kaç kişiye reçel yolluyorsun ?
Ana geçim kaynağımız daha yüksek adetlerde ürettiğimizden bakliyatlar aslında. Reçellerinse yeri ayrı, çünkü mutfakta bizzat ben varım. Meyvelerin toplanmasından reçellerin yapılmasına ve paketlenmesine her aşamasında çalışıyorum. Her üründen ancak 500 adet kavanozlayabiliyorum. Kışın siparişler daha yoğun, yaza doğru seyreliyor. Biz de üretim sezonuna girmiş oluyoruz. Yazları kışa hazırlık yapıyoruz gibi.
Yaptığın iş kârlı mı ?
Kararında diyelim. Bizim bu yola çıkarken aklımızda dev bir üretici olmak, ciddi paralar kazanmak yoktu. Hâlâ da yok. Butik kalmak istiyoruz. Kârımız da büyüklüğümüzle doğru orantılı yani. Eğer bir gün kaliteyi düşürmeden büyümenin bir yolunu bulursak bu soruya yeniden cevap verebiliriz. 🙂
Ürün yolladığınız insanlardan eminim geri dönüşler de alıyorsundur…
Sosyal medya üzerinden oldukça fazla yorum alıyoruz. Aralarında bizi mutlu edenler de var, yapıcı eleştiri yapanlar da… Bu işin en güzel tarafı, verdiğiniz emeğe karşılık insanlardan iyi veya kötü yorum almak. Övgü almak, doğru yolda olduğumuzun sağlamasını yapmamızı sağlıyor. Olumsuz yorumlar da eksiklerimizi görmemize ve geliştirmemize yarıyor. En hızlı reaksiyon aldığımız yer, katıldığımız etkinlikler. Standımıza gelenler ürünlerimizi tadıp yorum yapıyor. Etkileşim içinde olmak bizi çok mutlu ediyor.
Kastamonu’da çiftlik kurma hayali olanlara söyleyeceğin artılar ve eksiler neler?
Müthiş bir doğa ve verimli topraklarla karşılaşacaklar… Fakat soğuk bir iklim var burada. Buna hazırlıklı olmak gerekiyor. Senede bir kez ekim yapabiliyorsunuz. Buğdayı biçince ya da fasulyeyi toplayınca bir sonraki mahsul için bir sene beklemek gerekiyor. Köy hayatında, şehirde unutulmuş çok önemli bir şey yaşanıyor hâlâ; yardımlaşma. Herkes çok yardımsever ve çalışkan. İş gücü bulmakta zorluk çekmiyorsunuz fakat “siz halledersiniz, nasılsa bu işin içine doğdunuz” pek de dememek lazım. İşlerin istediğiniz düzende gitmesi için her aşamada sizin de orada olmanız gerekiyor. Şaşırtıcı ama bürokrasi çok hızlı. Devletten destek almanız gereken durumlarda işler çok hızlı halloluyor.
Toprakta kalmaya motive eden ne seni ?
Toprak emek ve sabır işiymiş gerçekten. Bir şey yetiştirmek ve onun büyümesini izlemek mucizevi bir şey. Sürekli bir şey öğreniyor insan çünkü doğa sürekli şaşırtıyor farklı koşullar çıkarıyor önüne. Bir elmanın olgunlaşması, bir domatesin kızarması sizi yaptığınız tüm alışverişlerden, sahip olduğunuz tüm lükslerden daha fazla mutlu ve doymuş hissettiriyor bence. Bir anlamda dokunduğun toprakla dost oluyorsun. Ve bu yeni dostla yapmak istediğim daha çok şey var.
Çiftçilik bir yandan fazla fazla “act of god” denilen kavrama bağlı… Türk çiftçisi bu kavramı, “ne gelirse yukarıdan” diye yaşıyor. Şehirli kodlarıyla çok anlaşılabilir bir durum değil bu… Yıl içinde ciddi hayal kırıklıkları yaşanabiliyor. Ne dersin?
Kesinlikle. O kış soğuk geçtiyse geçmiş olsun! Mesela kuşburnu bul bulabilirsen. Yağmur yoksa, ürün de yok! Şakasını yaptığımız şeyleri gerçekten yapıyoruz bazen. Mesela yağmur duası… Doğayla iş yapıyorsanız işiniz doğaya kalmış demektir. Ki bu kötü bir şey değil. Size suni bir şey yaptırmıyor…
Sosyal yaşantın nasıl değişti çiftçiliğe başladıktan sonra?
Kalabalıktan hoşlanmamaya başladım, trafiğe tahammülüm iyice azaldı. Köyden günde iki araba ya geçiyor ya geçmiyor. Tek duyduğum ses kuş sesi, inek çanı. İşim olmadığı müddetçe Kastamonu merkeze bile inmek istemiyorum. Köyde yapacak iş her zaman var, yeter ki iste. Burada, köyde sosyalleşmeye başladım. Yeni hikayeler dinleyip, yeni hayatlar tanıyorum.
Kendinle ilgili, hayatla ilgili, dünyayla ilgili nasıl bir değişim yaşadın?
Önceliklerim, önem verdiklerim, ilgilendiğim hayatlar, yüklediğim anlamlar değişti. Mesela en basitinden önceden yağmur, benim için “trafik” demekti. Sonra birden “bereketli sezon” demek oldu…
Zamanın değerini daha da iyi anlıyorum. Şehirdeki sıkışıklık, stres, gürültü çıkınca hayatımdan, yer ve zaman açıldı. Daha sakin, daha sabırlı, daha anlayışlı biri olduğumu hissediyorum. Başka bir hayat da mümkünmüş aslında. Bunu anlamak, en büyük değişim oldu benim için.
Köy hayatında en çok neye küfrediyorsun?
Havaya ve bitki böceklerine! Haha.
Yaşadığın yerle ilgili, yaptığın işle ilgili ne gibi hayallerin var?
Sadece Mom and Pop aracılığıyla buradaki ürünleri insanlara göndermek değil, buraya gelmelerini sağlamak istiyorum. Bunun için burada bir yaşam alanı kurmak, burayı cazip hale getirmek en büyük hayallerimden biri. Neden insanlar yıllık izinlerinde güneye gittikleri gibi kuzeye, buraya da gelmesin?
Burada çocukların yaz tatillerini ve boş zamanlarını verimli kullanacakları alternatifleri yok. Onlar için atölyeler yapmak, kadınları bir araya getirerek verdikleri emeğin önemini anlatıp, değerlerinin farkına varmalarını sağlamak benim için en önemli şey.
Köyle ve köy hayatıyla ilgili, şehirli gözüyle gözlemlerin nelerdi ?
Hiç genç yok buralarda! Bizim bırakıp da geldiğimiz şehre gidiyorlar akın akın. Hayat zor burada, kolay diyemem. Bizim haz aldığımız toprak, onlar için bıkkınlık verici. Üç beş kuruş kazanmak için ya da kendi karınlarını doyurmak için ekip biçiyorlar… Kızlar erkenden evleniyor, sonra hemen çocuk ve ev işleri… Bizim gözlemlerimiz bunlar ama onlar da bizi gözlemliyor tabii. Şehirden geldiğimiz için ilgi çekiyoruz. Merak ediyorlar, izliyorlar, belki öğreniyorlar… Çocuklar örnek alıyor bizi. Hareketlerimizi, sözlerimizi kopyalıyorlar. Bu müthiş bir şey ama büyük bir dikkat ve özen gerektiriyor.
Bundan kırk yıl sonra geriye dönüp baktığında ‘şunu başardım’ demek istediğin bir hedefin var mı?
Başlangıçta tabii ki ticari bir sürü kaygısı oluyor insanın. Bu bir iş, kazanç elbette öncelik. Ama bu kazanmanın anlamı geniş benim için. İnsanları kazanmak, köydeki gençleri, çocukları kazanmak, haritada Kastamonu’nun yerini bilmeyenleri kazanmak…
Yıllar sonra geriye bakınca “ne mutlu ki bu insanların hayatlarına dokunabildim” diyebilmek istiyorum. Esma var burada, şimdi 8 yaşında. Doktor olmak istiyor. Onu doktor görebilmek belki de en büyük hedefimin en kısa özeti.
Mom and pop: Facebook
Mom and pop: Instagram