“Hayalim Bi’ Çiftlik” diyenler için manevi destek elbette çok önemli… Ama bu işin bir de “maddi” yönü var.
Ve lakin biz, ülke insanı olarak az araştırıyoruz. Destekleri, teşvikleri ve hibeleri, “bize çıkmaz”, “bize zaten verilmez” diyerek takip etmiyoruz.
Ama aslında bu destekler, birilerine veriliyor. Gerçekten isteyen, bunun için mesai harcayan, projelendiren, bütçelendiren birileri bu destekleri alıyor.
Bilecik, Kınık Köyü’nde ekolojik – turizm yapma hayallerini her geçen gün sağlamlaştıran Didem – Çağrı Ergül çifti, böyle bir destekten yararlandı. Ortaya aşağıdaki fotoğraflarda yer alan ahşap konaklama evleri çıktı.
Bu hem onların hem de elde ettikleri desteğin hikayesi…
Fotoğraflarda görünen bu ahşap evleri çiftlik hayatına nasıl kattığınız ana konumuz. Ama bu konuya gelmeden önce, çiftlik hikayeniz nasıl başladı ?
“Çiftliğin” hikâyesinin başlaması aslında epey önceye dayanıyor. Yaklaşık 8 sene önceye. Babam Hüseyin Baran’ın biraz hayalperestliği, biraz doğa sevgisi, biraz da girişimciliği sayesinde köyümüzde çiftçilik adına bir şeyler yapmak istemesi ile çiftlik fikri ortaya çıktı. Önce burada ne ekilir sorusu, derken organik tarım ve sertifika süreci ile bu çiftliğin temellerini o attı. Biz çift olarak aslında bu konuda şanslı olanlardanız. Bizim elimizde bir potansiyel vardı ama neler yapabileceğimizi bilmiyorduk. Daha doğrusu öğrenilmiş çaresizlik yüzünden “biz yapamayız” fikri hakimdi. Ben mimarlık yapıyordum, eşim ise mühendis. Tarım konusunda hiçbir fikrimiz yoktu. Babamı da belirli bir zamana kadar boş bir hayal peşinde koştuğunu düşünerek uzaktan izliyorduk. Ancak zamanla kaliteli gıdaya ulaşmakta güçlük çekmemiz, şehir hayatının özellikle İstanbul için kalabalık ve trafik sebebi ile sürdürülemez oluşunu yavaş yavaş fark etmemiz sayesinde ben, hiç değilse teorik olarak bir şeyler öğreneyim diye tarım ön lisans programına kaydoldum. Zamanla bu konuda okuduğumuz yayınlar çoğaldı, dünyada ne gibi örnekler var dikkatimizi çekmeye başladı. Çeşitli organizasyonlarda konu ile uğraşan farklı isimler ile bir araya gelme imkânımız oldu. Derken çiftik fikri kesin olarak oluştu. Bir de biz şehrin içinde olmayı çok seven ve hatta sırf bundan ödün vermemek için Beşiktaş’tan 16 yıldır ayrılamayan bir çift olarak şehrin artık bize keyif vermediğini fark ettik. Sıkışıklık ve güvensizlik hissi başka bir hayat da mümkün olabilir düşüncesini doğurdu. Bu başka hayata başlamak için de elimizdekini değerlendirmek akıllıca gibi gözüktü. Bu şekilde ortaya Baran Organik Yaşam Çiftliği Projesi çıktı.
Devlet destekleri, bu yola çıkacak herkesin merak ettiği bir konu. Sizin için “destek” süreci nasıl başladı ? Niye destek almaya karar verdiniz ?
Günümüzde hepimiz bir şekilde borçlandırılıyoruz. Borçlu olmasak bile ay başında elimize geçen paranın nereye gideceği çoktan belirlenmiş oluyor. O paranın kesilmesi fikrini kabul etmek çok kolay değil. Birden çok radikal bir kararla “ben artık oynamıyorum” deyip şehirden çekip gitmek de bir seçenek, yapanlar var ve çok saygı duyuyoruz. Ancak biz bu oyunu oynarken bunun sürdürülebilir olmadığını gördüğümüze göre kendimize “bir b planı yapmalıyız” diye düşündük. Bir nevi yumuşak geçiş.
Elimizde farklı bir hayata geçiş yapmamızı sağlayacak bir potansiyel olsa bile bir birikimimiz yoktu. Öncelikle, şehirde çalışırken yavaş yavaş çiftliği özünden koparmadan nasıl para kazanabilir hale getiririz de kapağı oraya nasıl atarız üzerine düşünmeye başladık. Sonra bu konu ile ilgili nerelerden destek alabiliriz düşüncesi ile araştırmalar yaptık. Bir yerden bir itici güce ihtiyacımız vardı. Çok çeşitli destek programları var ancak koşullarını iyi araştırıp hangisinin size uyabileceğini iyi analiz etmeniz gerekiyor. 2015 yılında da bizim bölgemiz için BEBKA ( Bilecik Eskişehir Bursa Kalkınma Ajansı)’nın yapmak istediklerimize uyan bir destek programı olduğunu gördüğümüzde de fırsat bu fırsat diyerek projeyi hazırlamaya başladık.
Destek dosyasını nasıl hazırladınız ? Ana hatları ile madde madde anlatabilir misin ?
Destek için öncelikle ajans sizden bir proje hazırlamanızı istiyor. Bu projede neyi, neden, nasıl, kiminle ve hangi bütçe ile yapacağınızı zaten çok ayrıntılı bir biçimde anlatmanızı istiyorlar. Ayrıca sizin yaptığınız proje de destek kapsamında olmalı. Örneğin bizim yararlandığımız destek kırsalda tarım dışı ekonomik gelir getirici faaliyetlere yönelikti. Biz de var olan organik tarım çiftliğinde tarımsal olarak gelişimi sağlayacak adımlar yerine desteğe yönelik bir yaklaşımı benimsedik. Zaten bizim de kafamızda tarımsal ürünlerin son kullanıcıya aracısız olarak ulaşabilmesi, organik ürünlerin nasıl üretildiğinin yerinde görülmesi, üretici ile tüketici arasında bir güven köprüsünün oluşabilmesi için iletişimin önemli olduğunu düşünerek acaba insanları buraya nasıl getirebiliriz fikri vardı. Bir de bizim köyümüz çömlekçi köyü; eskiden her evde olan ocak diye tabir ettiğimiz çömlek atölyelerinin sayısı bir hayli azalmış durumda. Fotoğrafçılar ve konunun meraklıları bölgeye ilgi gösterse de bu ilginin artması köyün de gelişmesini sağlayacak. Gelişmenin tek başına olamayacağına inandığımız için “insanları bir şekilde buraya getirebilmeliyiz” dedik. Bunun için tarımsal üretimi geri planda bırakmayacak sayıda konaklama birimi ile insanların buraya geldiğinde yemek yiyebilecekleri, birlikte zaman geçirebilecekleri mekânların olması gerektiğine karar verdik. Bunları gerekçelendirdik, tek tek en ince ayrıntısına kadar detaylandırdık ve bütçelendirdik. Ajansın istediği ve zaten uymanız gereken formatta proje haline getirerek başvurumuzu yaptık ve sonuç olumlu oldu. İşlem adımları bir hayli fazla ve detaylı bir çalışmayı gerektirse de aslında mantıksal çerçeveyi iyi oturtursanız başvuran kişiyi iyi yönlendiren bir alt yapısı olduğunu da söylemeden geçmeyelim.
Benzer bir yol izlemek isteyen, destek almak isteyen girişimcilere ne tavsiye edersin ?
Öncelikle tabi ki fırsatlara açık olmak gerekiyor. Bunun için takip önemli. Ama en önemlisi sizin kafanızda bir eylem planı olmalı. Yani elimdeki potansiyel ne bu potansiyeli daha iyi değerlendirebilmek için “ne gibi adımlar atmalıyım” sorularına öncelikle cevap vermiş olmanız lazım. Bunun için ben sürekli bu işi yapan başka kişilerden fikir alma telaşındayım. Hatta sizin internet siteniz sayesinde sorularımı sorabileceğim başka kişilere de ulaştım Bir de desteklerin içeriklerine ve koşullarına çok dikkat edilmeli. Destek demek, size bir miktar para veriliyor ve arkası aranmıyor değil. O destekten yararlanmaya hak kazandığınızda başlıyor asıl iş. Projeyi istenilen prosedürlere göre tamamlamak sizin yükümlüğünüzde. Haklı olarak uymanız gereken birçok kriter var ve bunlar en az işi yapmak kadar yorucu olabiliyor. Ama biz proje yürütücümüz Neziha Hanım ve diğer BEBKA uzmanları sayesinde çok takılmadan yol alabildik. BEBKA özelinde söyleyebilirim ki proje yürütücüleri projenin sorunsuz tamamlanması için ellerinden geleni yapıyorlar.
Sizin yolunuzdan gitmek isteyenlerin karşılarına çıkabilecek olumsuzluklar neler ?
Bana göre, bu tip desteklerde en sık karşılaşılabilecek sorun, prosedüre tam hakim olmamak olabilir. Bu tip sorunlar bizimde başımıza geldi. Şimdi burada ne yapacağımız dediğimiz durumlar oldu. Bu tip durumlarda da proje yürütücüleri devreye girerek size yardımcı oluyor. İkinci olarak sizin yükümlülüklerinizi iyi tahlil etmeniz gerekiyor. Örneğin aldığınız destek koşulları ne ? Projenin zamanında tamamlanmaması durumunda ne gibi yaptırımları var ? Olumsuz bir durumda bunların altından kalkabilecek misiniz ? Bu soruların önceden cevaplanmaması sıkıntı doğurabilir. Son olarak da çok yönlü düşünmek gerekiyor. Örneğin yapmak istediğiniz ve destek aldığınız proje için başka bir kurumdan daha izin veya ruhsat almanız gerekiyor mu ? Bölge yapısı gerçekten buna uygun mu gibi.
Siz eko-turizm yapma amacındasınız. Biraz bu çiftlik modelinden bahsedebilir misiniz ?
Bizim asıl işimiz tarımsal üretim. Çiftliğimizde misafirlerimizi bu üretimi destekleyebilecek yoğunlukta ağırlamak istiyoruz. Yoğunluğun zamanla artarak çiftliği özünden, organik ürün üretiminden koparmaması için dikkatli olmamız gerekiyor. Onun dışında burası insanların doğa ile iç içe olabileceği, bolca oksijen depolayabileceği, klimaya ihtiyaç duymadan uyuyup ertesi güne tam dinlenmiş olarak uyanabileceği, etrafa baktığında beton yığını değil yemyeşil ormanları görebileceği bir yer. Umarım, gelen misafirlerimizle farklı bilgilerin değiş tokuş yapıldığı atölye kıvamında bir çiftliğe evrilir zamanla. Bunun için çeşitli aktiviteler yapmayı planlıyoruz. Eli yatkın, hevesli arkadaşları da her zaman yardıma bekleriz 🙂
Sen ve eşin çiftlik hayalini ne zaman kurmaya başladınız ? Nasıl işlerden, background’lardan geliyorsunuz ? Hayatınızda bu yola çıkma kararı aldığını bir “o an” var mı ?
Ben çeşitli inşaat malzemeleri şirketlerinde ürün yöneticiliği, iş geliştirme sorumluluğu yapan bir mimardım. Mimardım diyorum çünkü son bir senedir mesleğimi çiftlikte yer alan yapıların projelerinin çizimlerini ve uygulama takibini ve birkaç iç dekorasyon işini saymazsak yapmıyorum. Eşim ise elektronik haberleşme mühendisi ve bir bankanın teknoloji şirketinde çalışıyor. Tipik plaza çalışanlarıyız. İstanbul’daki hayatımızdan da trafik haricinde memnunduk aslında. Ama son zamanlarda artan bir hızla belli başlı bölgelere sıkıştığımızı hisseder olduk. Şehirde yapmaktan keyif aldığımız aktivitelere eskisi gibi keyif vermez olmuştu ve bunun artarak devam edeceğini ön gördük. Ayrıca gittikçe güvensizlik hissi de can sıkmaya başlamıştı. Ben bir de doktorların söylediğine göre şehir stresinden kaynaklanan fibromiyalji diye bir illete yakalandım. Bir sürü ilaç, tedavi falan da pek işe yaramadı. Sürekli bir yerlerim ağrıyordu. Bir gün gittiğim doktor yine bana ilaç yazarken aslında şehirde yaşamasan bunları içmek zorunda kalmazsın biliyor musun dedi. Ben de olabilir aslında diye düşünüp eşimi ikna turlarına başladım Bizimki birden değil de var olan olumsuz bir durum karşısında bir eylem planı yapmak gibi bir şey. Bir de ikimiz de doğayı, doğada olmayı çok seviyoruz. Doğanın içinde olmak, ayağımızın toprağa basması, hayvanlarla yakın ilişki kurmak da harika.
Bulunduğunuz bölgede en çok neye küfrediyor insan ?
Havaya… Çiftliğimizin bulunduğu Kınık Köyü 800 metre rakımda ancak don çukuru diye tabir edilen bir bölgede olduğu için daha yüksek yerleşimlere nazaran bile daha soğuk oluyor. Kırağı en büyük derdimiz. Baharda kırağı yüzünden donlar çok yaşanıyor. Ama o küfür ettiğimiz havaya şehirde yanarken, köye koşup geldiğimizde dua ettiğimiz de çok oluyor.
Henüz çok yeni bir yolculuk bu. Ve kısa bir süre içinde olumlu anlamda bir çok adım attınız. Hayaliniz ne ?
Başta da söylediğim gibi bizim çiftlik hikayemiz, “küstüm oynamıyorum” diye doğaya kaçış hikayesi değil. Ha küstük o ayrı ama bir süre daha oyunu şehirde sürdürmek zorundayız. En azından birimiz. Ama bir ayağımızı da köye ve doğaya attığımız için çok mutluyuz. İlk etaptaki hayalimiz çiftliğin özünden kopmadan gelir getirir düzeye gelmesi ve bu sayede diğer ayağımızı da köye alabilmemiz. Sonrasında tam anlamı ile kendine yeten bir çiftlik olmasını istiyoruz Baran Organik Yaşam Çiftliği‘nin.
Kendi suyumuzu kullanıyoruz ama umarım seneye kendi elektriğimizi kullanır duruma gelebiliriz. Bunun için ciddi anlamda uğraşacağız. Bir de şu anda çiftliğin mevcudunu bizimle beraber, tavuklarımız, arılarımız, güvercinlerimiz, tavşanlarımız ve köpeklerimiz de oluşturuyor ama keçi ve koyunların da eklenmesini istiyoruz ekibe. Son olarak da bu tip girişimlerin küçük ölçekte dahi yapıldığında gelir getirebileceğini göstererek bizim gibi alternatif bir hayat arayanlara örnek olabilmek istiyoruz. Bu sayede bir insanın daha ayağı toprağa değer, boş kalan bir metrekare daha üretime katılır, bir tohum daha yok olmaktan kurtulursa kardır.
Farkındalık çok önemli. Hani ilkokulda sizi öğretmeniniz ders esnasında bir kağıt almak için dışarı gönderir de tekrar sınıfa girerken fark edersiniz ya sınıftaki o ağır havayı, o dakikadan sonra sınıfta ders bitimine kadar rahatsız olan tek sizsinizdir. Ne kadar fazla kişi bunu farkederse camı açtırmamız o kadar kolaylaşır diye düşünüyorum.
Toprakta, köy hayatında sizi en çok ne motive ediyor ?
Bizi en çok motive eden güvenlik duygusu. Babam enteresan bir adamdır. Bir nevi televizyonda yayınlanan felaketi bekleyenler serisindekiler gibi bir tip. Çok zengin olup, bir sürü paran olabilir ama en nihayetinde onları yiyemeyeceksin. Topraktan çıkanlara ihtiyacın olacak hep, mantığı ile büyüterek toprağa yatırım yapmamızı öğütledi bize. Sanırım bizim de içimize bu yerleşmiş olmalı ki kendi yiyeceğimizi üretmek, kendi kendine yetebilen bir sistem kurmaya çalışmak inanılmaz bir özgürlük ve güvenlik hissi veriyor bize. Bunların yanında hayvanlar ile yakın olmak, bizim gibi düşünen yeni insanlar ile tanışmak, her gün doğa ile ilgili yeni bir şeyler öğrenmek harika!!