Satın aldığınız paketli ürünlerin menşei neresi yazıyor, paketi çevirip baktınız mı?
Geçtiğimiz kışlarda bir pancar akımı vardı, elimi atsam pancara çarpıyordum, gına getirene kadar, her lokantada pancar görmekten patlayana kadar.
Bu geçtiğimiz sene yerini bal kabağına bıraktı. Pancar kadar yıpratmadı belki de ama bana yetti de arttı. Balkabağı ve adaçayı görmek istemez oldum.
Bunlar naif akımlar gene de, olsun varsın.
Kinoa geldi sonra. Anavatanı olan Güney Amerika’yı terk edercesine. Pancardan fena çarptı! Hatta öyle ki kendi halkı bu en temel gıdalarını yiyemez oldu bu arz talepten dolayı.
Kinoalı kısırlar yapıldı, yapılıyor, ekmekler, pastalar, salatalar, kahvaltılar… Herkes kinoa peşinde. Olmazsa olmazımız oldu!
Hatta artık Adana’da yetiştirilmeye de başlandı. Çok kazançlı bir bitkiymiş okuduğuma göre. Tarımı da kolaymış, buğday gibi ekilebiliyormuş. Yüksek dağlık alanlardan tutun da, ılıman, yağışlı, sıcak-kuru, soğuk kuru gibi birçok iklime adapte olabiliyor ve -6 dereceye kadar da dayanıyormuş. Ve tabii çok kazançlı, ve tabii çok talep gören bir yiyecek. Çünkü kinoa yemek eski-yeni-her daim modamız.
Yarım kilosu 30-35 liralarda. Her bütçeye de uygun!
Kinoa deliliğini üstüne eklenerek chia tohumu devam ettiriyor. Onsuz bu kadar zaman yediğimiz yoğurdun tadı ne kadar da vasatmış! Onun da yarım kilosu 30 liralarda. Süper gıda olarak adlandırılıyor kendisi. En sağlıklı yenebilecek şeyler arasındaymış. Gene Güney Amerika’dan, güç anlamına geliyor kelime, kökü Aztekler’e dayanıyor.
Sağlık için dünyanın yanı sıra ülkemizde de tüketimleri artan gıdalardan ilk aklıma gelenler bunlar. Ama ben gene naifçe ve inatla bu topraklarda yetişen gıdanın, bu topraklarda yaşayan insanlara daha iyi geldiğine inanıyorum. Doğduğumuz coğrafyanın, mevsimiyle, torağıyla, tahılıyla, baklagillerle, sebzesiyle bize ihtiyacımız olan sağlığı sunduğuna inanıyorum.
Bizim bakliyatta ne oluyor bu arada? Hiç merak ettiniz mi?
Satın aldığınız paketli ürünlerin menşei neresi yazıyor, paketi çevirip baktınız mı?
Mercimek Kanada’dan geliyor olabilir. Çorum’da da yetişiyor olabilir.
Kuru fasulye Pakistan’dan, Polonya’dan, Kanada’dan İran’dan geliyordur belki, belki Erzincan veya Samsun’dandır.
Peki neredeyse yerli tohumlarımızın kaybolduğunu söylesem. Bu tohumlarla beraber bizim damak tadımızda alışık olduğumuz baklagillerde tükeniyor maalesef.
Ali Ekber Yıldırım’ın Tarım Dünyası’ndaki yazılarından bir alıntı yapayım, diyor ki; “1990`ların başında 2 milyon hektara ulaşan yemeklik bakliyat ekim alanları yüzde 60 azalarak günümüzde 800 bin hektara düştü. Üretim alanlarındaki düşüşe bağlı olarak 1990-2013 döneminde bakliyat ürünleri üretimi de yüzde 43 azaldı.” 2015 yılının haberi. Üretimin azalması, nüfusun artması ithalatı arttırdı Türkiye’nin temel gıda malzemesi olması gereken baklagillerde. Sırf bu değil tabii tarım politikası, çiftçinin kar edememesi, buğday ve mısıra göre baklagillerin tarımın zor olması gibi birçok neden var. Çok zavallı bir durum.
Himalaya tuzu var birçok tezgahta Feriköy Organik Pazarı’nda, yanında da Munzur tuzu mesela. Çankırı’nın kaya tuzunun ne kadar kıymetli olduğunun farkında mıyız? Ya Bitlis’teki kaya tuzunun? Kaynak tuzlarımız, göl tuzlarımız, deniz tuzlarımız…
Yazın İran’dan gelen karpuz ve kavunların da farkında mıydınız?
Peki salatasını çok sevdiğimiz kırmızı lahana? Yok artık demeyin, İran’dan düştü geçen kış mahalle pazarlarına.
Nar ve soğanın, evet soğan, ithalatının fırladığını biliyor musunuz?
Datça bademi, yerini Kaliforniya bademine teslim etti neredeyse. Kaliforniya daha ucuz zaten.
Cevizde de durum çok farklı değil, Şili’den ithal cevizin fiyatı yerliye göre daha ucuz. Tadı ve kalitesi ise bizim Tosya, Kırşehir, Isparta, Maraş gibi yörelerde yetişen cevizin yanına bile yaklaşamaz ama.
Ama, durum bu. Kısacık bir özeti.
Dünyanın istila edildiği korku filmlerini anımsatmadı mı size de bu senaryo!
Kaynak: İstanbulfood