Her ne kadar büyük çoğunluğumuz beton binalara hapsolmuş olsa da doğayla bağlantıda olmak, doğamızda var. Fakat kentleri yıkıp, yeniden “ilk insanlar” gibi yaşamak da gerçeklikten uzak. Biyofilik tasarım, tam da burada devreye giriyor.
Peki nedir bu biyofilik tasarım?
Kelime anlamı olarak biyofili (biophilia), doğuştan getirdiğimiz yaşam ve doğa sevgisidir. Biyofilik tasarım yaklaşımını benimseyen tasarımcılar, okullara, çalışma alanlarımıza ve yaşam alanlarımıza bilinçli olarak doğayı dahil eder. Bu da doğayla bağımızı yeniden kurmaya yardımcı olur.
Biyofilik tasarımla iç mekanlar daha huzurlu, insanlar daha verimli.
Doğayı taklit eden bir ortamda bulunmak, daha az stresli, daha yaratıcı ve daha az hasta olmak demek. Biyofilik tasarımı çalışma ortamında kullanmak sadece insan için değil, şirketler için de faydalı. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu yöntemle, ofisteki verimlilik %8, çalışanların iyi hissetme oranı %13 artıyor. Bu da yaratıcılığın ve işe gelme oranlarının artması anlamına geliyor. Hastalıkların, dolayısıyla da hastalık izinlerinin azaldığını da eklemek gerek.
Okullarda ise sonuçlar daha da şaşırtıcı: Öğrenme %20-25 oranında artıyor, sınav sonuçları iyileşiyor, konsantrasyon yükseliyor ve derse devam oranı artıyor. Türkiye’de her 20 çocuktan birinin hiperaktif olduğu düşünülürse biyofilik tasarım, eğitimde mucizeler yaratabilir.
Konu ortama sadece 2-3 saksı yerleştirmek değil…
Biyofilik tasarım için bitkileri kullanmak sadece bir başlangıçtır. Çünkü doğayı algılayabilmemiz için doğal paternler bile etkilidir. Doğadaki desenler, spiraller, yapraklar, gerçek olmasalar ve biz bunu bilsek bile beynimiz bunları doğanın bir parçası olarak algılar ve doğal bir ortamda olduğumuzu varsayar.
Işık işin bir parçası. Tabii bizim de.
Ortamda doğadakine yakın ışık kullanmak hem ortamı doğaya yakınlaştırır hem de enerji tasarrufu sağlayarak dünyayı korur. Sirkadiyen ritmimizi taklit etmek için gün içinde değişen bir ışığa ihtiyacımız var. Gündüz daha parlak, akşama doğru azalan ve yumuşayan bir ışık. Tıpkı doğamızın aradığı güneş ışığı gibi.
Su, huzurdur.
Mekanda suyun kullanılması -minik çeşmeler, yapay havuzlar ya da su bitkileri akvaryumu gibi- insan üstünde insanüstü bir etki yapar desek yeridir. Kan basıncını düşürür, kalp atış hızını düşürür ve hatta hafızamız üzerinde olumlu etkiler bırakır.
Ortamda gergin bir hava değil, doğal bir hava olsun.
İç mekanlarda ideal olanın sabit sıcaklık olduğu varsayılır ama çalışmalar farklı bir sonuca varmış. Bu çalışmalara göre ofis çalışanlarının ve okul öğrencilerinin, sıcaklık ve hava akımının değişkenlik gösterdiği alanlarda performansları artıyor. Hava akımı stimülasyonu, insanları uyanık tutuyor, odak ve performansı artırıyor.
Bir değil, birkaç duyguya hitap et.
Doğayı görmek iyidir ama onu hem görüp hem duyup hem koklamak en iyisidir. Çiçekleri koklayabilmek, hava akışını hissetmek ve suyun akışını duyabilmek, biyofili dizayn anlayışında en idealidir.
Ortamda doğal malzemeler kullanmak -ahşap, taş gibi- ve doğayı içeriye taşımak yani biyofilik tasarım anlayışını benimsemek, hayal edemeyeceğimiz kadar büyük etkiler yaratıyor. Belki doğanın içinde yaşamak hepimiz için mümkün değil ama en azından bu kadarını yapabiliriz.