“Bu hayat bana göre mi ?…” Bu, yanıtı çok hayati bir soru… Çiftlik hayali kuranların kendi kendilerine sorması gereken birinci şey belki de…
Bu sorunun yanıtını bulmanın tek yolu da çiftlikleri, çiftlik hayatını deneyimlemek.
Yani bir anlamda düş stajı yapmak…
Hale Sevinç ( 36 ) de 2014 yılından bu yana bunu yapıyor. Çiftlik çiftlik geziyor, deneyimliyor, öğreniyor, aklında tutuyor.
Onun son konukluğu ise bu siteyi takip edenlerin çok yakından tanıdığı bir isme oldu. Artvin Borçka’da çaycılık yapan Yaşar Topal ile Hale Sevinç’in hikayesi bir “düş stajı”nda bir araya geldi.
Neden bir çay çiftliği ?
Son 2 yıldır aşçılık ile ilgileniyorum, kurslara gittim ve çeşitli iş tecrübelerim oldu. Ağırlıklı kahvaltı konusunda uzmanlaştım ve uzmanlaşmaya da devam ediyorum; yemek kültürü bir derya, deniz.. Çay da kahvaltının vazgeçilmez tamamlayıcısı… Bu anlamda Türkiye’de çayın en çok yetiştirildiği bölge olan Artvin’e gitmek ve çayın yolculuğunu, çayın en güzel demlenme şeklini öğrenmek şart olmuştu.
Yaşar Topal ile konuştun, yanına gittin. Ne bekliyordun, ne ile karşılaştın ?
Yaşar, samimi ve çok doğaldı; gittiğimde de farklı bir tablo ile karşılaşmadım. Çay sever bir insan olarak bu çayın nasıl bir işlemden geçtiği, nasıl toplandığı konusu hep benim için meraktı ve bu beklentiyle gittim. Yaşar, benimle köy hayatını ve çayın yolculuğunu paylaştı.
Gönüllülük olayı çok merak ediliyor. Sen bu konuda artık tecrübelisin. Nasıl oluyor, anlatır mısın süreci ?
İnternette hem yurt içi hem de yurtdışı gönüllü çalışmayla ilgili birçok site mevcut; ben de ilk olarak 2014 yılında tanıştım bu sistemle… İzmir’de, Datça’da ve son olarak Artvin’de çiftliklerde gönüllü olarak çalıştım. Bazı web siteleri belli bir ücret karşılığı bu servisi sağlıyorlar; ancak benim tavsiyem çiftliklerin sahipleri ile irtibata geçip, gönüllü çalışma talebini iletmek yönünde…
Sonrasında gönüllü olarak gittiğiniz çiftlikte genel işleyiş ve tüm süreçlerde etkin rol alıyorsunuz, bu çalışmanız karşılığında da 3 öğün yemek ve konaklama ücretsiz oluyor.
“Çiftepugar Tea Farm”da hasat zamanı nasıl bir tempo var ?
Yaşar, Gürcü işçilerle çalışıyor sürgün ( çay hasadı ) zamanı… İşçileri almak için sabah dörtte Hopa’ya iniyor. İşçileri alıyor getiriyor, onlara kahvaltı hazırlıyoruz. Onlar, sabah altıda kahvaltı edip tarlaya gidiyorlar. Öğlen 12’de de yemek molası veriliyor. Sonra akşam 5’e kadar yeniden bu tempo devam ediyor.
Ben ilk iki gün Yaşar’ın köyün hemen dışındaki çayhanesinin başındaydım. Çay demledim, gelenleri ağırladım. Yol, çok işlek bir yol olduğu için sürekli müşterisi oluyor. Her türden insan duruyor odun ateşinde çay içmek için duran… Köylü de geliyor, oradan geçen turist de…
Ben normalde de çayı çok severim ama orada hayatımın çayını içtim. Herhalde bir semaver çayı tek başıma içmişimdir.
Çay tarlalarının bulunduğu yamaçlar çok eğimli… Bu seni korkuttu mu ?
Çay tarlaları baya eğimli o yüzden kondisyon isteyen bir iş… Ben sporcu bir insan değilim, ama çok trekking yaparım. Çok gezerim, çok kamp atarım. Çok çadırda kalırım. Ama ben bile çok zorlandım. Buranın insanları bu iklime ve tempoya çok alışkınlar. Benim tavsiyem; Bir yaylada kalabilen, bir tepede kamp atabilen, yamaç deneyimi yaşamış insanların gelmesi buralara…
Karadeniz insanında apayrı bir enerji ve güç var. Yaşar’ın babası Cemal amca seksenine merdiven dayamış, üstelik oruçlu, sabah yediden akşam yediye o eğimde çay topluyor. Takdir ettim, gurur duydum, helal olsun dedim.
Çay hakkında bilmediğin ne öğrendin ?
Çay toplamanın bu kadar yorucu ve emek isteyen bir süreç olduğunu bilmiyordum; özellikle Karadeniz gibi hırçın bir doğaya ve mevsime sahip olan bir bölgede… Saygım daha bir arttı ve artık her yudumumda şükrediyorum.
Şehirli insanlar neden çiftlik çiftlik geziyorlar ?
Son yıllarda şehirden doğaya bir dönüş var; şehirler artık hem fiziken hem ruhen insanları boğar oldu. Mutsuzluk, yapaylık, çirkin ve çarpık kentleşme, nefes alacak bir alan olmaması…İnsanlar da toprağa ve doğaya özlem duyuyorlar.
Sen nasıl girdin “bir gün şehir dışında bir hayat” rotasına… Kendi hikayenden biraz bahsedebilir misin ?
Ben 34 yaşında kurumsal hayatı bıraktım. Maaşım, yaşadığım yer her şeyim çok iyiydi. Ama ben o yaşantıyı iki cümleyle bıraktım. “Hayallerim var, 34 yaşındayım ve ben emekli olmayı beklemeyeceğim” dedim. Ben 1000 lirayla da geçinebilirim, 10.000 lirayla da geçinebilirim. İnsan oğlu her şeye adapte oluyor. Ve ben istifa ettim. Sonrasında tuvalet bile temizledim… Oda temizledim, sırf otelcilik işini öğrenmek için… Hayalim için, aşçılık yaptım. Mutfaklarda çalıştım. Aşçılık öğrenirken onlarca kez elim kesildi. Hala ellerimde bu kesikler var ve ben onları çok seviyorum. Bu bir tutku çünkü…
Ben çok şanslı bir insanım. Maddi ve manevi olarak çok güzel bir hayat yaşadım. Bu zamana kadar çok mutlu geldim. Yani bir tramva yaşamadım. Ben sadece hayatımın geri kalanını daha güzel daha verimli beni daha çok mutlu eder şekilde yaşamak arayışındayım.
Bu çiftlik konuklukları bir planın parçası mı ? Hayalin nedir ? Gelecekle ilgili nasıl bir planlama içindesin ?
Hayalim, Datça’da organik tarım eşliğinde küçük bir pansiyon işletmek. Oda kahvaltı hizmeti vererek yemek yapma tutkumu gelen misafirlerimle paylaşmak ve onlara en sağlıklı, doğal yaşantıyı sunmak en büyük hayalim. Hayalim için adım adım kendimi geliştirmeye çalışıyorum; hazır olduğumu hissettiğimde de küçük pansiyonum misafirlerini bekliyor olacak. İsmi belli… ( Hale Sevinç ismi ısrarlı sorularımıza karşın açıklamıyor, merakla açılacağı günü bekliyoruz 🙂
Ben plan yapmayı bıraktım, teslim ettim kendimi akışa; zaten 2 yıldır da beni birçok hayata, tecrübeye sürükledi ve sürüklemeye de devam ediyor.
_______________
Çiftepugar’daki 3 gün sonunda bir mezuniyet töreni 🙂